OSMANLIDA HAREM(NEDİR? NE DEĞİLDİR?)

Akadça'dan Arapça'ya geçmiş bir kelime olan harem, "korunan, mukaddes şey ve yer" anlamına gelir.Harem sözcüğü haram (yasaklama) kökünden türetilmiştir ve sözcük anlamı olarak kutsal bir alanı tanımlasa da kullanım olarak; giriş ve çıkışın denetimli olarak yapıldığı, belirli kişilerin veya belli tür davranışların bulunmasının yasak olduğu bir yeri anlatır. Harem–i hümâyûn: duvarlarla çevrili; dünyanın en güzel kadınlarının padişahın gönlünü almak için birbiri ile yarıştığı, en büyük dedikodu ve entrikaların döndüğü, en acımasız cinayetlerin işlendiği bir "Altın Kafes"...Bu ve benzeri tanımlamaların çoğu, Harem'i bir kez dahi görmemiş Avrupalılara aittir.

OSMANLIDA HAREM(NEDİR? NE DEĞİLDİR?)
17 Temmuz 2008 Perşembe 00:00

Avrupalılar için harem; esrarengiz, her zaman ilgi uyandıran ve hayalleri süsleyen bir yerdi.Üst düzey Osmanlı devlet görevlilerinin bile giremediği Harem'i Avrupalır’ın görmesiyse hayal dahi edilemezdi.Ancak bu gizlilik, Osmanlı haremi hakkında pek çok senaryolar üretilmesine yol açtı.Ne yazık ki özellikle Batılıların kaleme aldıkları yazılar, hep basit cinsel ilişkiler üzerine kuruluyordu. Sonraki yazar-çizer takımı da bunları doğruymuş gibi hiçbir tenkide tabi tutmadan kullanıyordu. Belki de öyle kullanmak işlerine geliyor veya prim ve gününüz moda deyimiyle reyting sağlıyordu.

Buna rağmen, Harem'in işleyişi ile ilgili hayaller kuran Avrupalılar, Harem'le ilgili pek çok –yanlış!– bilgiyi içeren yazıları da kaleme aldılar. Örneğin, IV. Mehmed döneminde İngiliz Elçiliği Kâtibi Rycaut, padişahın geceyi birlikte geçireceği cariyeyi seçmek için iki sıra hâlinde dizilmiş cariyeler arasından geçerken beğendiği güzelin önüne mendil bıraktığını söylemişti ki bu bilgi bir ütopyadan öteye gidemezdi.

Harem–i Hümâyûn, Fatih Sultan Mehmet zamanında devlet ve saray teşkilatının gelişmesine paralel olarak oluşturulmuştur.Harem denildiğinde akla cinsellik gelse de Harem–i Hümâyûn padişahın evi ve bir eğitim kurumuydu.Osmanlı sarayı Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç bölümden meydana geliyordu. Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık'ın söylediği gibi Enderun, Osmanlı devletinin erkek yöneticilerinin yetiştiği üst düzey bir okulken, Harem de kadın yöneticilerin yetiştiği bir okuldu.

Hareme alınan kızlar ilk olarak ebeler ve hastalar ustası tarafından muayene edilirdi. Hastalıklı olanlar veya uykusu ağır, horlama vs. bir kusuru bulunanlar derhal sahiplerine geri verilirdi.Saraya cariye olanlara; ilk olarak güzellikleri, karakter ve fiziki görünüşleri dikkate alınarak uygun bir isim verilirdi. Verilen bu isimler genellikle Farsça olurdu. Çeşm-i Ferah, Hoşneva, Mahcemal, Laligül, Şevkiâlem, Handeru, Ruhisar, Nergiz-eda, Neşeyab, Safinaz, Eda-dil, Şayeste, Mahitab gibi.İsimlerinin herkes tarafından çabuk ve kolaylıkla öğrenilebilmesi için ilk zamanlarda bir kağıda yazılı olarak herkesin ismi iğne ile göğüslerine iliştirilirdi.

Hareme gelen yeni kızlara acemi denilirdi. Bunlara ilk olarak usta cariyeler tarafından terbiye, nezaket ve büyüklere karşı hürmet gibi edep ve ahlak kuralları bütün ayrıntılarına kadar dini ve pozitif bilim dalları uygulamalı olarak öğretilirdi. Abdest, namaz, oruç bilgileri her gün belirli aralıklarla verilirdi. Namazın vakti girer girmez hep beraber kılarlardı.Sultan Mehmed Reşad, haremdeki kadınlar için hoca tayin edilen Safiye Ünüvar'a şu iradeyi tebliğ ettirmişti. "Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara, verdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu iradem hoca hanım tarafından talebelerine söylensin." Bu sözle Osmanlı Devleti’nin Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren monarşik yapısının yanı sıra teokratik bir karaktere büründüğünü anlayabiliriz.

Osmanlı padişahları, II. Bayezid zamanına (kadar Bizans'tan, Balkan prensliklerinden Anadolu'daki Türk beyliklerinden prenseslerle evlenirken ondan sonra –II. Osman ve Sultan Abdülmecid istisna olmak üzere- padişah ve şehzadelerin eşini sadece cariyelerden seçmesi âdet haline geldi.

Osmanlı sarayının cariye ihtiyacı, savaşta ele geçen esireler veya esir pazarlarından satın alınan kadın kölelerden sağlanıyordu. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Hanedan'la yakın ilişkisi olan şair Leyla Saz, hatıratında, "Bazı Çerkez kadınlarının kızlarını padişah haremi olup ihtişam ve elmaslar içinde hayat süreceğine dair ninnilerle büyüttüklerini" ifade etmişti.Cariyelerin yüzde 90'lık çok büyük bir bölümü ise haremde çeşitli hizmetlerde istihdam olunmak üzere kalfaların ve ustaların yanına verilirlerdi.

Zorunlu hallerde ancak harem ağalarına ve tabiplere açılan bu mekana yabancı seyyahların, tarihçilerin nasıl girip,orada adeta gezmiş gibi haremi anlatışlarına şaşmamak elde değil.I.Ahmed döneminde saraya gizlice girdiğini iddia eden Venedik elçisi Ottavinano, ancak Revan Kasrı’nın önündeki havuza kadar olan yerleri görebildiğini söyledikten sonra padişahın odasındaki cariyesiyle nasıl ilişki kurduğunu detaylarıyla anlatmakta ve insanlar da bu anlatıma değer vererek kaynak göstermektedirler.

18. yüzyılda bile ancak yazlık sarayların boş haremlerini gezebilen batılı birkaç yazar, nedense göremedikleri kısmı hayalleriyle doldurmayı denemişlerdi. Havuzu gördüler ama havuz sefalarını kendileri uydurdular, sonra da uydurduklarının resmini çizdiler.Hata yaptıklarını belki de hiç bir zaman düşünmediler.Çünkü kendi krallarının, kadınlar ile yaşantıları öyleydi. Birlikte oldukları düzinelerce kadının yarı çıplak resim ve heykelleri ile saraylarının duvarlarını süsleyen bir zihniyetin Osmanlı hükümdarlarındaki edep kavramını anlayabilmelerini beklemek ahmaklık olur.

Peki o zaman “Bu Harem nasıl bir yer?”Kısaca; tek idarecisinin Valide Sultan olduğu (yani padişahın annesi) kendisine ait, padişahın bile bozamadığı çok kesin ve katı kuralları bulunan yüzlerce genç kızın, dönemin ilim anlayışına göre en iyi eğitimi aldığı, nihayetinde de devletin önemli kademesindeki görevlilerle evlendirilerek teliyle-duvağıyle-çeyizi ile gönderildiği bir kızlar mektebidir.

Evet, tam anlamıyla böyledir. Çünkü saraya çeşitli yollarla (esir alınarak veya satın alınarak) alınan kadın köleler yani cariyeler “Acemi” statüsü ile saraya girerler. Bunların padişahla görüşebilmesi mümkün değildir. Öncelikle padişahla karşılaşabilecek, konuşabilecek bir eğitime tabi tutulmaları gerekmektedir. Eğer bunların içinden gerek zekası, gerek güzelliği ve kabiliyetleri ile dikkati çeken birisi olursa bunlar daha özel bir eğitime tâbi tutulurlar ki saraydaki 500-600 cariyenin ancak %10’u bu guruba girebilir. Bu %10’un içinden onları yetiştiren kalfalar ve Valide sultanın dikkatini çekebilenler ancak, has odalık olabilir ki bunlar padişahın özel hizmetlisi konumundadır.

Eğer Has Odalık olarak ayrılan cariyeler padişahın dikkatini çekmeyi başarabilirlerse, yani padişahla karı-koca hayatı yaşarsa ikbal mertebesine yükselir. Genellikle de ikballer padişahın çocuğunu doğurduğunda Kadın Efendi olurlardı.Bunun bir üst mertebesi Kadın Efendinin Valide sultan olmasıdır ki o da ancak doğurduğu çocuk tahta çıkarsa mümkündür.

Şunu da belirtmeliyim ki, Osmanlı padişahları dileseydi o dönemde dünyanın her yerinde olduğu gibi bu 500-600 cariyeyi önünde resmi geçit yaptırıp içlerinden dilediğini de seçebilirdi. Bunu yapabilecek siyasal otoriteye de sahipti. Oysa padişah hareme girerken içeriye haber verilir ve onun geçeceği yol üzerindeki bütün dairelerin kapıları kapatılır, kazayla bir cariye padişahla karşılaşacak olursa yaptığı edepsizlik sayılır ve o cariye cezalandırılırdı.Bu “kazara” karşılaşmalara tahammül edemeyen padişahlar, geldiği anlaşılsın ve yolunun üzerinden çekilsinler diye cariyelere yüksek ökçeli takunyalar yaptırıp Harem’in içinde iken bunlarla dolaşmaları mecburi kılınmıştır.

Avrupalı seyyahlardan d'Ohson : "Doktordan başka hiçbir erkek Harem'e ayak basamaz. Onlar bile Padişahın özel izni ile ve Harem Ağalarının eşliğinde girerler. Hasta kadın ve çevresindekiler, uzun şallara bürünürler. Doktor nabzına bakmak istese, hastanın bileği bir tülle örtülür; dilini veya gözlerini görmek istiyorsa, yüzün kalan kısımları tamamıyle örtük olmak şartıyla gösterilir. Kızlar Ağası bile haremdeki kadınlardan birine dikkatlice bakamaz." diye ifade eder.

Görüldüğü üzere; harem hayatının gizliliği herkesçe bilindiği halde özellikle batılı yazarlar tarafından hiç bilinmeyeni en bilinen kısmıymış gibi harem hakkında anlatılanlar basit ilişkiler üzerine kurulmuştur. Buradaki bilgilerle senaryolanan çeşitli film, roman ve tiyatrolarda da maalesef çok geniş bir teşkilata sahip bulunan haremin asıl fonksiyonu göz ardı edilmiş veya bile bile unutturulmaya çalışılmıştır.

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.