Değerli okurlarım, Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sevdiklerinizle sağlık ve mutluluk dolu nice bayramlar dilerim.
Osmanlı Devleti’nde Ramazan bayramı kutlamaları ile ilgili ilk bilgilere 19.yüzyılda ulaşılmıştır. Osmanlı Devleti’nde Ramazan ayı devam ederken bayramın başlaması için Şevvâl ayının girdiğinin işareti olan hilalin görülmesi beklenirdi. Eğer Ramazan’ın 29’unda hilal görülmezse Ramazan’ın 30’unda top atılarak ertesi günün bayram olduğu ilan edilirdi. Ramazan’ın başlangıcını, bitişini, Kadir Gecesi’ni ve Kurban Bayramı’nın ne zaman olduğunu belirlemek İstanbul Kadısı’nın göreviydi. Kadı bu günleri tespit ettikten sonra saraya bildirir, deha sonra da halka ilan edilirdi. Saraya bu günleri bildiren İstanbul kadısı yüklü bir miktarda bahşiş alırdı.
“Iyd-i Said-i Fıtr” denilen Ramazan Bayramının ilan edilmesiyle evlerde son bayram hazırlıkları başlardı. 1800’lü yıllarda bayram hazırlıkları, Ramazan ayının on beşinden sonra konaklarda dikiş işlerinin hazırlanması ile başlardı. Konaktaki genç hizmetçilerin bayramlıklarının, önce alınması sonra da dikilmesi işlemi o yıla damgasını vuran olay olmuştur. Bayram bahşişleri, keselere; çamaşırlar, bohçalara konarak dönme dolaba yerleştirilip selamlığa verilirdi. Aynı zamanda bu gece, aşçıbaşının un kurabiyesiyle un helvası yapıp üstünü varaklarla bezeyerek tepsinin kenarına da balmumundan yapılmış mumlar yapıştırıp hareme gönderme adetinin yaşandığı gecedir.
Arife günü ikindiden itibaren Ramazan Bayramı’nın üçüncü günü, Kurban Bayramı’nın ise dördüncü günü akşamına kadar her gün top atılırdı. Bu toplar genellikle Tersane’den ve Donanma’dan ateşlenirdi. Bazen limanda bulunan başka devletlere ait gemiler de top atarlardı. Ramazan ve Kurban Bayramı öncesi, arife gecesi bütün camii ve mescitlerin kandillerinin yakılırdı.
Tahirü’l-Mevlevi eski bayramları, "başta İstanbul olmak üzere her şehirde arife günü hamamlar sabaha kadar açık olurdu. Genelde hamam işi son güne bırakıldığı için hamamlarda iğne atsan yere düşmezdi. Şekerci dükkânları da geç vakte kadar çalışırdı diye anlatır.
Kapalı Çarşı, en kıymetli antika, mücevher ve değerli kumaşların satıldığı devrin en meşhur alışveriş merkeziydi. Bayram sebebiyle harem halkı istediği zincir, küpe ile gerdanlık, broş gibi mücevheratı Kapalıçarşı kuyumcularına mektup göndermek suretiyle temin edilirdi.
Bayram arifesinde saray, baştanbaşa temizlenip bayrama hazır hale getirilirdi. Arefe gecesinde dışarıda ise büyük bir coşku yaşanırdı. Cami minareleri ayetlerle bezenmiş mahyalarla ışıklandırılırken, havai fişekler atılırdı. Boğazda demirli gemiler rengarenk kandillerle süslenerek boğaz'ın suları sanki tutuşmuş görüntüsüne bürünürdü. Şekerci dükkanları çok kalabalık olurdu. Mahalle bekçileri, bayram gecesi sabaha karşı davullarını çalarak ayrıca bir taraftan:
"Bu sabahın yazına,
Kalkın Hakk'ın niyazına,
Abdest alın ey komşular!
Bayram, sabah namazına."
şeklindeki manilerle halkı namaza uyandırır diğer yandan atılan toplarla da sabah namazı vakti ilan edilirdi.
Padişah, bayram gecesini Hasoda’da geçiririrken gece yarısından sonra, Mehterhane nöbetler çalmaya başlar; önce sadrazam daha sonra kubbe vezirleri, divan üyeleri, şeyhülislam ve ulema, Kubbealtı’na gelip sadrazamı kutlarlar; sabah namazını Ayasofya hatibinin imamlığında Divanhane’de kılarlar; namazdan sonra, sarayın tören kapısı olan Babüssaade önünde yapılacak bayramlaşma töreni için dışarı çıkıp revaklar altında protokol sırasına girerlerdi.
Padişah ise Enderun avlusundaki Ağalar Camii’nde sabah namazını kılıp Enderun ağalarının kutlamalarını kabul ettikten sonra büyük bayramlaşma için, Babüssaade ağası ve Enderun ileri gelenleriyle dışarı çıkar; bu sırada “alkışçı” denen koro, “Aleyke Avnullah! Padişahım çok yaşa!” vb. alkış sözlerini yinelerler; Nakibüleşraf efendinin duası bitince yine alkışla padişah tahta oturur;ve protokol sırasına göre bayramlaşmaları kabul ederdi. Bu bayramlaşma, konumlarına göre belirlenmiş yöneticilerin “saçak öpme”, “etek öpme”, “musafaha” ve “yer öpme” tarzlarından biriyle kutlamada ve saygı sunuşunda bulunurlardı.
Harem dairesine geçen padişah, annesi, hasekileri, çocukları ve harem kadınlarıyla bayramlaşır; bayram alayı için kıyafet değiştirirdi. Bayram günlerini saray köşklerinde geçiren padişah ve ailesi için türlü eğlenceler; havalar güzelse Boğaziçi köylerine geziler düzenlenirdi.
Fatih Sultan Mehmed döneminde sarayda yapılan bayram kutlamalarına kanuni bir biçim verilmiş, belli usuller getirilmiştir. Padişah bayram sabahı sabah namazını sarayda Hırka-i Saadet dairesinde kılardı. Hırka/i Saadet kapısı önüne bir kafes konulur, içeriye de taht kurulurdu. Padişah oturduktan sonra orada hazır bulunan imam ve hatipler birer aşr-ı şerif okurlardı. Hazinedarbaşı bunlara hediye ve caizelerini verir, arkasından mehter çalmaya başlardı. Mehter çalarken oradakiler “Ve hemişe bunun emsali eyyama erişmek nimeti müyesser ola!” diye alkış tutarlardı. Duacı çavuşlarda hep bir ağızdan duaya başlarlardı.
Osmanlı Hanedanı’nın 1845 yılından sonra Çırağan ve Yıldız saraylarına taşınmasından sonra, saray bayramlarına Avrupai âdetler de eklenmiştir. Bu dönemde, resmi bayramlaşma töreni “Muayede Sofası” (salonu) denilen büyük kapalı mekanda yapılırken harem kadınları bu töreni kafesli galerilerden, bayram alayını ise kapalı saltanat arabalarından izleyebilmiştir. Bayramlaşmadan sonra harem dairesine geçen padişah, Valide Sultan Salonu’nda, haremin kadın şefleri olan hazinedar usta ve yardımcıları tarafından karşılanır; müzisyen cariyelerden oluşan orkestra marşlar çalarken padişah da annesi, kızları, kadınefendileri, ikbâlleri ve cariyelerle bayramlaşır; hazinedar usta, futalarla getirilen altın ve gümüş paraları serperdi. Akşam, Muayede Sofası’nda hanedanın tüm bireylerinin davetli olduğu ve kadınlarının son moda tuvaletlerle katıldığı balo-kokteyl-konser karışımı bir suare verilir; izleyen gün ve gecelerde de sarayda orta oyunu, tiyatro, konser, köçek, çocuklar için hokkabaz, karagöz ve kukla gösterileri yapılırdı.
II. Abdülhamid döneminde ve 20.yüzyılın başlarında bayramlar daha sade bir biçimde kutlanmakla birlikte aynı usul devam etmiştir. Bayram arefe günü top atışlarıyla başlar ve bayramın son gününün ikindisinde atılan topla sona ererdi. Ramazan gecelerinde olduğu gibi ramazan bayramını müjdeleyen davul sesleri hem çocukları, hem de büyükleri sevindirirdi. Büyükler ve çocuklar sabah erkenden bayramlık elbiselerini giyerler ve yakınlarında bulunan bir camiye bayram namazını kılmaya giderlerdi. Namazdan sonra camide yapılan bayramlaşmayı eve dönünce aile fertleriyle yapılan bayramlaşma takip ederdi. Büyükler birbirlerine hediyeler verir, küçüklere de şeker ve lokum ile bayram harçlığı verilirdi. Mahallenin bekçisi de davulcuyla birlikte gelir bahşişini alırdı. Bahşişler toplanırken davulcu:
“Buna bayram ayı derler
Bal ile şekerden yerler
Eskiden adet olmuş
Bekçiye bahşiş verirler”
gibi maniler söylerdi.
Osmanlı halkı ise İslami gelenekler gereği, camilerde ve musalla denilen geniş alanlarda bayram namazını eda ettikten sonra eve dönmeden önce mezarlığa gider, yakınlarının kabrini ziyaret eder, Kur'ân-ı Kerim okurdu.
Bugün olduğu gibi Osmanlı’nın ilk günlerinde de bayram törenlerinde küçükler büyüklerin ellerinden öperdi. Büyükler de küçükleri öper, onlara çeşitli hediyeler verirlerdi, kapıya bayramlaşmaya gelen bekçi, çöpçü, tulumbacı, davulcu gibi hizmetlilere bayram bahşişi verilirdi. Memurlar amirlerinin evlerine bayram ziyaretlerine giderlerdi. Bu ziyaretler masraflı olduğu gerekçesiyle 1845’te kaldırılmış, memurların çalıştıkları yerlerde bayramlaşmaları ve amirlerinin evlerine gitmemeleri bir kararname ile hükme bağlanmıştır.
Ramazan Bayramı’nın gelmesine en çok içki içenler sevinirdi. Osmanlı döneminde meyhaneler Ramazan’ın arifesinde kapatılır ancak bayramın birinci günü akşamleyin açılırdı. Ahmet Rasim, “Şeker Bayramı aynı zamanda, İstanbul akşamcılarının bir hürriyet bayramı, yani katmerli bir bayramdır” der. Büyük meyhanelerin sahipleri iyi müşterilerinin evlerine bayram sabahı bir tabak dolusu midye veya uskumru dolması gönderirdi. Bunlara "Unutma beni dolması" adı verilirdi. Bu dolmalar tülbentlerle örtülü olarak baştan aşağı temiz giysiler içindeki gençler tarafından getirilirdi.
Dağılma döneminde zor durumda bulunan göçmen çocukları bayramlarda giydirilirdi. Bayramlarda padişah tarafından Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih gibi büyük camilerin şeyhlerine ve önde gelen ulemaya kürk bahası, iftariye adı ile para dağıtılırdı. Askere şeker, kuzu, helva ve salata verilirdi. Zabtiye asker ve subaylarına da birer adet fes ve püskül verilir veya bedeli ödenirdi. Bayramın birinci günü cezaevinde bulunan mahkumlara helva dağıtılırdı. Bayram sebebiyle cezasının üçte ikisini çekmiş mahkumların bir kısmı affedilirdi.
Bayramın ilk günü At meydanı (Sultanahmet Camisi önündeki alan), oyuncakçılarla, her çeşit yiyecek ve şerbet satanlarla dolardı. Çörekler, şekerli kaymaklar, kızartmalar ve halkın en çok yediği kebaplar bol bol halka sunulurdu. Ücretini maddi durumu iyi kişilerin ödediği kızartmalar kalın ekmek dilimlerinin içine bol maydanoz ile birlikte konulurdu. Müslümanlar, evlerine gelen insanların dini, ırkı, sosyal durumu ne olursa olsun, kendi varlık durumlarına göre ziyafet verirler, onları memnun etmeye çalışırlar. Bayramın ikinci ve üçüncü günleri şenlik devam ederdi.