Cumhuriyet rejimi ve ereklerini benimsemiş ve bu düşünceler için saltanat yanlıları tarafından hunharca şehit edilen yedek subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı ebediyete intikalinin 83.yıldönümünde saygı, rahmet ve şükranla anıyorum.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’yla tam bağımsızlık kazanılmış ve Misak-ı Milli doğrultusunda milli sınırlarımız çizilmişti. Bundan sonraki süreç çağdaşlaşma çerçevesinde muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmaktı. Bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti’nde peş peşe yapılan inkılâplarla toplumun hızlı değişim ve dönüşümü sağlanmaya çalışılmıştır. Saltanatın kaldırılmasından bir yıl sonra Cumhuriyetin ilanı ile yeni rejimin adı konmuş, TBMM’de 3 Mart 1924’te de 431 sayılı kanunla halifelik kaldırılmıştır. Böylece siyasal alanda laik bir yönetim kurmak için gerekli olan önemli adımlar atılmıştır. Aynı gün 430 sayılı kanunla Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiş ve 429 sayılı kanunla Şer’iyye ve Evkaf ve Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri kaldırılmıştır. Bir hafta sonra, 11 Mart 1924’te Milli Eğitim Bakanlığının emriyle medreseler kapatılmıştır.
Bu inkılâpların gerçekleştirilmesi sırasında Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadelede beraber çalıştığı Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy gibi önde gelen simaların zaman zaman tepkileriyle karşılaşmıştır. Bu da, adı geçen isimlerin Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılarak 17 Kasım 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adlı ayrı bir siyasi parti kurmalarına yol açmıştır. Ancak 25 Şubat 1925 günü çıkan ve Cumhuriyet rejimine karşı ilk ayaklanma olan Şeyh Sait İsyanı üzerine, 4 Mart 1925’te iki yıl yürürlükte kalacak olan Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilmiş ve alınan askeri tedbirlerle isyan Nisan 1925’te bastırılmıştır. Hükümet 3 Haziran 1925’te kabul ettiği bir kararname ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın merkez ve şubelerinin kapatılmasına karar vermiştir.
TBMM’de 25 Kasım 1925’te 671 sayılı kanun ile Şapka İktisası Hakkında Kanunu kabul etmiştir. 30 Kasım 1925’te kabul edilen 677 sayılı kanun ile Tekke, Zaviye ve Türbeler kapatıldığı gibi tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyyidlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiblik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık ve gaibten haber vermek gibi unvan ve sıfatlar kaldırılmıştır. Belirtilen son iki kanunla yapılan laik düzenlemelerden hemen sonra muhalefet yeni rejime yönelik tepkisini ortaya koymaya başlamıştır. Kasım 1925’te Erzurum, Sivas, Kayseri, Rize, Maraş’ta, Aralık 1925’te Giresun’da bazı tepkiler görülmüştür. Bu tepkiler alınan sert tedbirlerle kısa sürede bastırılmıştır. Bu olaylardan sonra geri adım atılmamış ve Türkiye’yi modernleştirecek ve laikleştirecek olan değişimlere devam edilmiştir. Örneğin; 26 Aralık 1925, Milletlerarası saat ve takvimin kabulü; 17 Şubat 1926 Medeni Kanunun kabulü; 24 Nisan Milletlerarası Rakamların kabulü; 1 Kasım 1928 Yeni Türk Harflerinin Kabulü gibi. 1930’a kadar geçen beş yıl içinde yapılan inkılâplara bir tepkinin eylem aşamasına geçtiği görülmemiştir.
1930 yılında Türk siyasi hayatında çok önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Buna katkı yapan unsurlardan biri “1929 Dünya Ekonomik Krizi”dir. Dünya çapında etkili olan 1929 Ekonomik Krizi, önce mali sektörde başlamış ve kısa sürede diğer sektörlere de yansımıştır. Kriz, 24 Ekim 1929’da New York Borsası’nda hisse senetlerinin hızlı bir şekilde değerlerinin düşmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Bankalar bu düşüşü engellemek için büyük miktarda hisse senedi alımına girmiş, ancak bu önlemler bankaların iflasına yol açarak bunalımı derinleştirmiştir. 1929 Dünya Ekonomik Krizi nedeniyle tarım ürünleri piyasasındaki talep ve fiyatlar hızla düşmüş ve ihracat gelirleri önemli ölçüde azalmıştır. Hammadde ve tarımsal ürün fiyatlarının çok fazla düşmesinden dolayı dış ticaret açığı rekor düzeye ulaşmış ve Türk Lirası hızla değer kaybetmiştir. Bu durumda tarımla uğraşan köylü kesimin gerçek geliri önemli ölçüde azalmıştır.
1925-1930 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti yönetimi var olmuş, basın ve muhalefet susturulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, 1930’da tek parti yönetiminin denetlenmesi için yeni bir muhalefet partisi kurulması kararını vermiştir. Böylece ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılar yani halkın birikmiş hoşnutsuzluğu, hükümetin hataları ve ekonomik sorunlar TBMM’de bir muhalefet partisinin katkısıyla önemli ölçüde çözülebilecekti. 12 Ağustos 1930 tarihinde Fethi (Okyar) Bey tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, kısa sürede beş yıldır susturulan muhalefetin ve yapılan inkılâpların karşıtlarının hızla yöneldiği bir parti durumuna gelince 17 Kasım 1930’da kurucusu tarafından kapatılmıştır. Yaklaşık bir ay sonra da Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başka bir önemli rejime yönelik ayaklanma olayı olan Menemen Olayı meydan gelmiştir.
23 Aralık 1930 günü Menemen’de meydana gelen olayda, 43. Piyade Alayında yedek subay olarak görev yapan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay saltanat rejimini tekrar isteyenler tarafından şehit edilmiştir. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, kurulmak istenen laik düzen doğrultusunda halifeliğin kaldırılması, medreselerin, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi vs. gibi inkılâpları hazmedemeyen saltanat yanlısı çevreleri memnun etmemiştir. Neşet Çağatay’a göre, bu saltanat yanlısı çevreler kaybetmeye başladıkları çıkarlarını korumak için cahil halkı yapılan inkılâplara karşı kışkırtmak ve ayaklandırmak için daima fırsat gözetlemişlerdir. Bu fırsatın geldiğini düşünen bazı gerici çevreler 23 Aralık günü Menemen’de harekete geçmiştir. Nakşibendî tarikatı üyelerinden biri olan ve kendisinin mehdi olduğunu öne süren Giritli Derviş Mehmet ve altı arkadaşı Menemen’e gelerek, “irtica olayı” adı verilen olaya neden olmuştur.
Dönemin TBMM Zabıt Cerideleri’nde elim “Menemen Olayı” şöyle anlatılmaktadır:
Derviş Mehmet ve dört arkadaşı sabah namazına doğru Menemen yakınlarına gelmiş ve kasabanın dışında birtakım kimselerle buluşup konuşmuşlardı. Kasabanın içinde yardım ve yataklık edecek adamları da vardı. Menemen’deki caminin içindeki bayrağı da daha önce ele geçirmişlerdi. Çete kendilerine katılanlarla birlikte camiye girmiş ve oradan sancağı alarak birlikte kasabayı dolaşmıştı. Bir şeyhin evine gidip kendisiyle de görüşmüşlerdi. Sonra hükümet meydanına gelerek sancağı dikmişlerdi. Derviş Mehmet tekbir getirerek çevresinde toplanan kalabalığa dini içerikli konuşmalar yapmaya başlamıştı. Bir aralık yüzbaşı olan jandarma kumandanı yanlarına gelerek nasihat etmek istemişti. Fakat çete bir kere kanlı kararını vermişti. Kalabalığın, Mehdi18 ve çetesinin etrafından ayrılmamasından dolayı jandarma komutanı hükümet konağına gitmiş ve telefonla Alay Komutanlığına haber vermişti. Kasabadaki jandarma hapishaneyi korumakta idi ve eğer bu jandarma kuvveti olay bölgesine gönderilirse çetenin hapishaneye hücum etmesi ve mahkûmları kaçırma tehlikesi vardı. Kasabadaki Alay da eğitim alanına gitmek için hazırlık yapıyordu. Kasabadaki olayın önemi tamamen belli olmadığı için Yedek subay Kubilay, sekiz erle kasabaya gönderilmişti.
Yedek subay Kubilay, hükümet meydanına vardığı zaman Derviş Mehmet’in konuşmasına devam ettiğini görmüştü. Emrindeki erleri geride bırakarak kendi başına
Mehdinin üzerine yürümüş ve yakasından tutarak tutuklamak istemişti. O sırada iki silahlı adamdan biri tabanca ile Kubilay’a ateş ederek yaralanmasına sebep olmuştu. Yaralı Kubilay on on beş adım ileri giderek caminin duvarına dayanmıştı. Mehdi Derviş, Mehmet Kubilay Beyi takip etmiş ve yaralı genç subayın yakasından tutup sürükleyerek binek taşına getirmişti. Ardından hançerini çıkararak talihsiz gencin başını kesmiş ve sancak demirine geçirmişti. Olayın en acıklı manzaralarından biri, Kubilay’ın başının çeteye katılmış olanların alkışları arasında gövdesinden koparılmış olmasıydı.
Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki bilgilerden Yedek Subay Kubilay’ın nasıl öldürüldüğünü de olayın görgü tanıklarından öğrenmek mümkündür. 1930’larda Menemen’deki telgraf memuru Nail Bey, bu vahşi olayı şöyle anlatmaktadır. “Kubilay Bey’in kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze komutanı evkaf kahvesi önünde askerî durdurup süngü tak emrini vererek, kendisi şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam ediyorlardı. Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler. Diğer arkadaşı bunları o vaziyette görünce, Kubilay Bey’i arkasından bir silahla vurdu. O anda yere düştü.
On beş saniye kadar yerde kaldıktan sonra, kalkıp doğruca cami tarafına koştu. Bir kısım halk bunu görünce dağıldı. Telgrafhaneye de bir kısmı girdi. Onları dışarı çıkarttım. Bu sırada adamlardan ikisi kayboldu. Biz kaçtıklarını zannettik. Meğer Mehmet, yanındakilerden birisinin bıçağını alarak avluya gitmiş. Yerde yatan ve henüz ölmemiş olan Mustafa Kubilay’ı sürükleyip, bir ayağı ile vücuduna basmak suretiyle yüzüstü yatırıp bıçakla boynundan keserek, başını alıp ve saçlarından tutarak taşa vurmuş. Derviş Mehmet meydana tekrar döndü ve Kubilay’ın başını camiden aldıkları sancağın ucuna geçirdi. Biraz sonra saçından tutulu olduğu halde, zavallı Kubilay’ın kesik kafasını getirdiklerini gördük. Ellerinde sancağın ucuna kafayı geçirirlerken bir şeyler söyleyerek eğildiler. Kesik başın, elektrik direğine bir kırmızı kuşakla bağlandığını gördüm. Kubilay Bey’in başı asılı olduğu halde meydanda dönüyorlardı.”
Menemen Olayı hakkında verilen bu bilginin yanında, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a gönderdiği ve Menemen Olayı nedeniyle üzüntü ve taziyelerini bildirdiği mektup dönemin gazetelerinde ilk sayfalarda yer almıştır. Genelkurmay Başkanı da bu mektubu bir genelge ile bütün birliklere göndermiş ve Gazi M. Kemal, mektubun özel bir törenle birliklere okunmasını emretmiştir.
Mektubun tam metni şudur: “Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit vekili Kubilay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet Ordusunu taziyet ederim. Kubilay Beyin şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmaları bütün Cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen dâhili her politika ve ihtilafın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.
Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilanın acılığını tatmış bir muhitte ve kahraman zabit vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat Cumhuriyet karşı bir suikast telakki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimizi bu meseledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkıyla yerine getirmeye matuftur.
Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey temiz kanı ile Cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal.”
Menemen Olayı hakkındaki bu kısa bilginin yanında Kubilay’ın cenazesinin parlak ve özel bir törenle yapıldığı, törene askerler, okullar ve heyetlerin katıldığı, elli kadar çelenk konulduğu, aziz şehidin ailesine vatana hizmet kaleminden maaş bağlanacağı ve çocuğunun Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından himaye edileceği haberleri gazetelerde yer almıştır.
Menemen Olayının ülke gündemine oturmasından itibaren siyasi çevrelerde özellikle de TBMM’de herkesin ortak düşüncesi, Devletin daha dikkatli davranması gerektiği yönündedir. İstanbul’dan dönen Başbakan İsmet İnönü 1 Ocak 1931’de Halk Fırkası’nın Salı günkü toplantısında Menemen Olayı hakkında hazırlanan raporu okumuş, milletvekillerinin fikirlerini dinlemiş ve en sonunda Hükümetin bakış açısını ortaya koymuştur. Bundan sonra vatanın herhangi bir köşesinde ortaya çıkacak rejime yönelik tehditkar isyanlarda olaylarının bastırılması için askeri kuvvetin sevk edilmesi gerekli görüldüğü takdirde, bu kuvvet ancak bir defa “teslim ol” teklifinde bulunacak, aksi takdirde derhal ateşe başlayacaktır. Bunun yanı sıra demokrasi rejimini tehdit eden oluşum ve isyanları kökünden kazımak için yeni tedbirler alınacak ve mahkemelerin hızlı bir şekilde iş görebilmesi için yeni bir kanun TBMM’ye sevk edilecektir. Ayrıca şehit ailelerine yardım edilebilmesi konusu Halk Fırkası tarafından kabul edilmiştir.
31 Aralık 1930’da Bakanlar Kurulu Menemen ile Manisa ve Balıkesir’de bir ay süre ile sıkıyönetim kararı almış ve bu karar 1 Ocak 1931’de TBMM tarafından kabul edilmiştir. Duruşmalar, 25 Ocak 1931 günü sonuçlandırılmış ve sıkıyönetim mahkemesi 105 sanığı 15 Ocak 1931’de yargılamaya başlamıştır. Duruşmalar, 25 Ocak’ta sona ermiş ve 105 sanıktan 37’si için ölüm cezası verilmiştir. 6’sının ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıl “idama bedel hapis cezası”na çevrilmiştir. Diğer sanıklardan 20’sine bir yıl, 14’üne üç yıl, 6’sına 15 yıl, birine 12,5 yıl hapis cezası verilmiş, 27 sanık beraat etmiştir. TBMM, 3 Şubat 1931’de Komisyonun kabul ettiği kararları onaylamış ve ölüm cezaları 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de yerine getirilmiştir.
M.Kemal ve dönemin gazetelerinde, Menemen olayına sebep olanlara ve yapanlara lanetler yağdırılmış, bu olayın yapılan inkılâplara karşı olduğu yani eski ile yeni arasında bir mücadelenin olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, rejime yönelik bu tür isyan hareketlerine daima dinin alet edildiği, ulema kılığındaki cahil yobazların bu tür olayların her zaman tahrikçisi ve teşvikçisi oldukları ve bunlara karşı halkı aydınlatmanın zorunlu olduğu ancak bu şekilde cehaleti yok ederek akıl ve bilimin geliştirilebileceği belirtilmiştir. Bunun yanında, din istismarı şiddetle kınanarak bu olayların üzerine şiddetle gidilmesi ve kimseye merhamet edilmemesi gerektiği, ülkemizde dini ibadetin serbest olduğu ve devletin bu konuda baskı yapmadığı konularına yer verilerek, eski ile yeni arasındaki mücadeleden Türk inkılâbının zaferle çıkacağı, Türk milletinin de yeni Cumhuriyetin mirasını koruyacağı vurgulanmıştır.