Demokrasi sözlük anlamı itibariyle halkın kendi kendini yönetme biçimi olarak tanımlanmaktadır. Latince bir deyim olan demokrasi halk anlamına gelen “demos” ile “egemenlik-iktidar” anlamına gelen kratos sözcüklerinden oluşmaktadır. Demokrasi en genel tanımıyla halkın halk tarafından yönetilmesi, egemenliğin millete veya halka ait olmasıdır. Bu çerçevede demokrasi iktidarın halkın elinde olmasına vurgu yapan bir kavramdır.
Atatürk demokrasiye ilişkin olarak “Demokrasi prensibi, hakimiyete istismak eden vasıta ne olursa olsun esas olarak milletin hakimiyete sahip olmasını ve sahip kalmasını icap ettirir.” “Demokrasi esasına müstenit hükümetlerde, hakimiyet halka, halkın ekseriyetine aittir. Demokrasi prensibi, hakimiyetin millete ait olduğunu, başka yerde olamayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin, hakimiyetin menşeine ve meşruiyetine temas etmektedir” demiştir.
Kurtuluş Savaşı'nın daha ilk günlerinde Mustafa Kemal’in kongreleri toplaması ve ardından TBMM'nin açılmasını sağlaması, onun halk egemenliğine ve demokrasiye verdiği önemin en belirgin kanıtlarıdır. Gerçekten de Mustafa Kemal’in mücadeleyi ulusal boyutta ele alması ve parlamentoyu
toplayarak halka dayandırması, en bunalımlı günlerde bile demokrasiye olan eğilimini göstermektedir. Bu adımların atılmasında hiç şüphesiz M.Kemal’in Fransız İhtilali ve demokrasiyle ilgili olarak yoğun teorik birikime sahip olması önemli rol oynar.
Savaş sonrasında kişisel iradenin ve monarşik yönetimin temsilcisi sayılan saltanat kurumunun kaldırılması ve bir yıl kadar sonra da Cumhuriyet’in ilan edilmesi, Türkiye'deki demokratikleşme hamlesinin önemli kilometre taşları olarak değerlendirilebilir.
Cumhuriyet döneminde M.Kemal’in temel hedefi her zaman demokrasi ve demokratik toplum olmuştur. Bunu gerçekleştirmek için zaman zaman çok partili siyasal yaşam denemeleri yapılmıştır. 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının, 1930 yılında ise Serbest Cumhuriyet Fırkasının kurulmasıyla demokrasi denemelerinin yapılması, M.Kemal döneminde demokrasinin hiçe sayılmadığının tipik kanıtları olarak gösterilebilir. M.Kemal’in kendisine teklif edilen ömür boyu cumhurbaşkanlığı görevini kabul etmemiş ve parlamentonun yenilenmesi için yapılan her seçim sonrasında yeni meclisin takdiri ile görevini devam ettirmiştir.
1924 Anayasası’nın 7. maddede yer alan Meclisin hükûmeti denetleyebileceği ve
düşürebileceği hükmü11 parlamenter rejimin yerleşmesi yolunda önemli bir katkıdır. 68. maddede "Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabii haklardan olan hürriyetin sınırı başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer.” demokrasi için vazgeçilmez bir öge olan özgürlüğün önemi vurgulanmış ve eşitlik anlayışı dile getirilmiştir. 70, 71, 72 ve 73. maddelerinde de kişi dokunulmazlığı, can, mal ve ırz güvenliği ile işkence ve angaryanın yasaklanmasıyla ilgili hükümlere yer verilmiştir. 88. maddede yer alan vatandaşlık tanımına da bakıldığında ırka ve dine dayanmayan, çağdaş ve demokratik bir yaklaşım sergilendiği görülür.
Bu anayasayla 1946 yılında çok partili ve tek dereceli seçimlerin yapılması, 1950 yılında ise
siyasal iktidarın demokratik yöntemlerle değişmesi M.Kemal’den sonra, onun demokrasiye katkısı olarak değerlendirilebilir. Bir başka deyişle kurucu iktidarın 1950 yılında kansız bir şekilde iktidardan ayrılması, M.Kemal döneminde atılan adımların bir parçası olarak görülebilir.
M.Kemal, 20.yüzyılda zorba ve despot hükûmetlerin yaşayamayacaklarını, demokrasiye aykırı rejimlere ne denli uzak olduğunu ifade etmiştir. Örneğin Birinci Türk Tarih Kurultayı sonunda Marmara Köşkü’nde verilen çayda bir öğretmenin; "Paşam! Birçok Avrupalı gazeteci yazdıklarında, eserlerinde sizi diktatör olarak vasıflandırıyorlar. Buna ne buyurursunuz?" şeklindeki sözlerine, "Ben diktatör değilim ve heveslisi de olmadım. Benim olmadığıma şuradan hüküm veriniz, ben diktatör olsaydım bana şu suali soramazdınız." diyerek yanıt
vermiştir. Yine kendisine Cumhuriyet Halk Partisinin daimî başkanlığı teklif edildiğinde "milletin sevgi ve güvenini kaybetmediğim müddetçe tekrar seçilirim; milletin reyi esastır" şeklinde açıklamada bulunma zorunluluğunu duymuştur.
Diktatörlük ile ilgili olarak Amerikalı gazeteci Glads Baker'e verdiği yanıtta ise "Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar; evet, bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmek bilmem. Bence diktatör, diğerlerini iradesine boyun eğdirendir. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim." şeklinde ifadeler kullanmıştır. Yine diktatörlükle ilgili yaptığı başka bir konuşmada "Kapıda duran nöbetçi bile benden korkmaz, isterseniz kendisine sorunuz. Korku üzerine hâkimiyet bina edilemez. Toplara istinat eden hâkimiyet payidar olmaz. ...” diyerek dikta yönetimini reddetmiştir.
M.Kemal, demokratik devletin tanımını şöyle yapmıştır: "Demokrasi esasına dayalı hükümetlerde, egemenlik halka, halkın çoğunluğuna aittir, demokrasi ilkesi, egemenliğin ulusa ait olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu şekilde demokrasi ilkesi siyasal kudretin, egemenlik kaynağına ve yasallığına temas etmektedir.”
M.Kemal'e göre demokrasi prensibinin öne çıkan özellikleri şunlardır:
a) Demokrasi esas itibariyle siyasi mahiyettedir... Bizim bildiğimiz demokrasi bilhassa siyasidir; onun hedefi milletin idare edenler üzerindeki murakabesi sayesinde, siyasi hürriyeti temin etmektir.
b) Demokrasi fikrîdir; bir kafa meselesidir. Herhâlde bir mide meselesi değildir. Hükûmet prensibi de bir adalet muhabbetini ve ahlak fikrini icap ettirir. Demokrasi, memleket aşkıdır, aynı zamanda babalık ve analıktır.
c) Demokrasi esasında ferdîdir; bu vasıf vatandaşın hâkimiyete, insan sıfatıyla iştirak etmesidir.
d)En nihayet demokrasi, müsavatperverdir; bu vasıf demokrasinin, ferdî olması vasfının zaruri neticesidir. Şüphesiz bütün fertler aynı siyasi hakları haiz olmaktadırlar. Demokrasinin bu ferdî ve müsavatperver vasıflarından, umumi ve müsavi rey prensibi çıkar.
Atatürk, cumhuriyetçi ve demokrat bir önder olmakla birlikte, damgasını vurduğu dönemde Türk devleti demokratik bir yapıya bürünememiştir. Ancak Atatürk, toplumu demokratik kurum ve kavramlara yöneltmiştir. Sonraki yıllarda Türkiye'deki demokratikleşmeyle ilgili adımlarda onun düşüncelerinin izleri görülmüştür. Atatürkçü düşünce sisteminde yer alan ulusal egemenlik, eşitlik, parlamenter rejim ve toplumsal refah gibi idealler günümüz çağdaş demokrasilerini ayakta tutan temel ilkelerdir.
Kaynakça
Ertan, Temuçin F., Atatürk’ün Demokrasi Anlayışı Üzerine Bir Değerlendirme, uyg.tsk.tr/ataturk/ata..
28 Ekim 2016, 09:24
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
mustafa berk aktan - 5 yıl önce
çoook teşekkürler sizin sayenizde sosyal projesinden 100 aldım size çook teşekkür ediyorum çok iyisiniz
Sınav - 7 yıl önce
Sınav” burdan çalıştım lan
Ebubekır Sıddık - 4 yıl önce
Nurhan Acar Azgın hocam ellerınıze saglık cok guzel bır calısma olmuş